İklim krizinin olası sonuçlarını azaltmak için 2050 yılına kadar karbon emisyonlarında ‘net sıfır’ hedefine ulaşmamız lazım. Yani atmosfere bıraktığımız ve bertaraf ettiğimiz karbondioksit oranını eşitlememiz gerekiyor. İnsanlığın bu yolda önündeki seçeneklerden biri olarak da karbon yakalama ve depolama teknolojileri bulunuyor. Peki tıpkı ormanlar ve okyanuslar gibi karbonu yakalayan ve depolayan bu teknolojiler gerçekten de bizi istediğimiz hedeflere ulaştırma gücüne sahip mi?
18 BÜYÜK PROJE
Kaynak, Çevre ve İklim Derneği (REC) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Rifat Ünal Sayman’a göre burada ‘sınırlı’ da olsa bir katkı mevcut. “Karbon yakalama ve kullanma (KYK) ile Karbon yakalama ve depolama (KYD), kısaca Karbon Yakalama, Kullanma ve Depolama (KYKD) teknolojilerinin bir çoğu ticarileşmiş düzeyde” diyen Sayman, dünya genelinde 18 büyük ölçekli karbon yakalama ve depolama projesinin faaliyette olduğunu söylüyor. KYKD teknolojileri özellikle ABD, Çin, Kanada, Avustralya ve Norveç gibi petrol geri kazanımı ve kömür üretiminin yaygın olduğu ülkelerde yoğunlaşıyor.
YÜZDE 60’I PETROL İÇİN
Yılda yaklaşık 40 milyon ton karbondioksit yakalama kapasitesi kurulu olduğunu ifade eden Sayman, “Bu yakalama kapasitesi kapsamında bügüne kadar 230 Mt CO2 yeraltına enjekte edildi. Yakalama kapasitesi kurulu tesisler arasında yüzde 33 ile doğalgaz, yüzde 20 ile elektrik üretimi ve yüzde 11 ile kimyasal üretim tesisleri öne çıkıyor. Yakalanan karbondioksitin yüzde 60’a yakınının gelişmiş petrol geri kazanımı amacıyla ve yüzde 35’inin de doğrudan karbondioksit depolama amaçlı depolandığı tahmin ediliyor” diyor.
TÜRKİYE İÇİN NE İFADE EDİYOR
Dünyanın net sıfır salım hedefine ulaşmasında karbon yakalama ve depolamanın küçük de olsa bir rolü olduğunu vurgulayan REC Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Rifat Ünal Sayman, “Dünya devletlerinin mevcut politikaları doğrultusunda 2050 yılında küresel sera gazı salımlarının 55 milyar ton CO2 eşdeğeri seviyesinde kalması bekleniyor. Bu salımların net-sıfır kapsamında azaltımında ise 7 ila 8 milyar tonunun KYKD teknolojileri ile yönetilmesi bekleniyor. Bu 7-8 milyar ton havadaki karbonun tutulmasını da içeriyor. Bu bilgiler ışığında, Dünya KYKD’ya bir rol biçilmekle birlikte, bu rolün sınırlı olduğunu görüyoruz. Türkiye için de aynısı söylemek mümkün. Uzun vadede Türkiye’nin net-sıfır salıma ulaşmasında KYKD’nın sınırlı bir katkısı olabilir. Hatta maliyeti düşünüldüğünde, Türkiye’de katkısının daha da düşük olmasını bekleyebiliriz” diye konuştu.
TÜRKİYE’NİN SAHALARLA İLGİLİ ÇALIŞMA YAPMASI GEREKİYOR
Peki yakalanan karbon Türkiye’de nasıl depolanacak? Sayman’a göre bu konuya iki açıdan bakmak gerekiyor. İlk olarak sahaların kapasitesinin değerlendirilmesi ve ikinci olarak da sahaların kullanımında yapılacak önceliklendirmesi. Ön araştırmaların uzun vadede depolama kapasitemizin yeterli olduğunu gösterdiğini söyleyen Sayman, “Buna karşın, potansiyel sahalarda detaylı bir çalışma yapılmış durumda değil. Yani varsayımsal olarak yeterli kapasitemiz var. Türkiye’nin hızlı bir şekilde potansiyel sahalarında ilgili çalışmaları yapması gerekiyor. Şu anda yasal olarak bu sahaların karbon depolama için kullanılmasından sorumlu bir kamu idaremiz bulunmuyor” dedi.
KARAR VERMEMİZ LAZIM
Mevcut çalışılan sahalarda karbonun depolanmasının mümkün olduğunu ve hatta petrol üretimi için uzun yıllardır yeraltına karbondioksit basıldığını dile getiren Sayman, şöyle devam etti: “Yaklaşık 108 milyon ton CO2 basılabilecek bu kapasiteye ilişkin güncel bilgilerde eksiklikler var. Türkiye’nin yeni yayınladığı Çimento Sektörü için Düşük Karbonlu Yol Haritası 2050’li yıllarda yıllık 50 milyon ton CO2 civarı bir yakalama öngörüyor. Bunun önemli bir bölümünün depolanması halinde, bilinen ve hızla uygulamaya alınabilecek kapasitemizin sadece çimento sektörünün 2 yıllık talebine yeteceğini görüyoruz. İkinci boyutta ise Türkiye’nin mevcut durumda doğalgazın depolanması ve ileride de hidrojenin depolanmasına ilişkin planları bulunuyor. Yani uygun yer altı sahalarında doğalgaz mı, hidrojen mi yoksa karbon mu depolayacağız, buna da karar vermemiz gerekiyor.”
ÖNCELİĞİMİZ YENİLENEBİLİR VE ENERJİ VERİMLİLİĞİ OLMALI
KYKD’nin pahalı ve kısıtlı bir çözüm olduğunu hatırlatan REC Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Rifat Ünal Sayman, şu ifadeleri kullanıyor: “Bu yüksek maliyetli çözümün, özellikle salım azaltımının zor olduğu imalat sanayi sektörlerine yönledirilmesi daha doğru olacaktır. Türkiye’nin önceliği, başta yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği politika ve tedbirleri olmak üzere iklim dostu bir ekonomiye geçiş olmalıdır. Türkiye’nin 12. Kalkınma Planı’na bu amaçla 2028 için belirlenmiş hedefler konulmuş ve Ulusal Enerji Planı’nda yenilenebilir enerji hedefleri uzun vadeli olarak öngörülmüştür. Bu maliyet-etkin yatırımlar Türkiye için çok daha gerçekleştirilebilir durumdadır ve Türkiye’nin net-sıfır hedefine daha fazla katkı yapacaktır. Maliyetlerinin düşmesi durumunda ise ancak uzun vadede çimento ve demir-çelik sektörlerinin salımlarının azaltılmasına destek olarak katkı sunabilir.”